Sığınma başvurularındaki uzun gecikmeler: ABAD’ın Zimir kararından çıkarılacak dersler
Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Zimir (C-662/23) kararında ortaya koyduğu yaklaşım, uluslararası koruma başvurularında sıkça karşılaşılan gecikmeler sorununu gündeme taşıyor. Mahkemeden, 2013/32/AB sayılı Usul Direktifi’nin 31. maddesini yorumlaması istendi. Bu maddeye göre sığınma başvurusu hakkında altı ay içinde karar verilmesi gerekir; yalnızca olağanüstü durumlarda bu süre uzatılabilir. Yargıçlar, bu sürenin uzatılmasının otomatik olmadığını ve genel gerekçelerle – örneğin dosya yığılması ya da yapısal idari eksiklikler – haklı gösterilemeyeceğini net bir şekilde belirtti. Direktif en fazla on beş aya kadar sınırlı bir uzatma öngörür ve bu da ancak çok sayıda başvurunun aynı anda ve beklenmedik şekilde yapılması veya başvuru sahibine özgü istisnai koşulların bulunması halinde mümkündür.
Bu açıklama, özellikle İtalya’da pek çok prosedürü karakterize eden “gecikmelerin normalleşmesi”ni sorgulaması bakımından önemlidir. Sıklıkla, başvurunun resmîleştirilmesi ile Bölgesel Komisyon önünde görüşmeye çağrı arasında iki ya da üç yıl geçmektedir. Bu süre boyunca sığınmacı belirsizlik içinde yaşamaktadır; kalmasına ve çalışmasına izin veren geçici bir oturum iznine sahiptir ancak hızlı bir kararın sağlaması gereken hukuki ve sosyal istikrardan yoksundur. Uzun bekleyiş, kalıcı iş bulma, ailevi ve sosyal ilişkileri güçlendirme imkânlarını zayıflatmakta ve usule ilişkin gecikmeyi gerçek bir varoluşsal zarara dönüştürmektedir.
Dolayısıyla Avrupa kararı somut bir savunma aracı sunmaktadır: mesele yalnızca idari yavaşlığı eleştirmek değil, aynı zamanda Avrupa Birliği hukukunda güvence altına alınmış bir usul hakkının ihlalini ortaya koymaktır. İdare artık personel yetersizliği ya da dosya birikimi gibi gerekçelere sığınamaz, çünkü bunlar olağan yönetimin parçasıdır ve Direktif’in öngördüğü olağanüstü koşullar kapsamında değildir. Avukatlar açısından bu durum, mahkemeler önünde yıllarca süren herhangi bir prosedürün Avrupa hukukuna uygun olmadığını ileri sürme ve başvuru sahiplerinin makul bir süre içinde karar alma hakkına sahip olduklarını savunma imkânı verir.
İtalya gibi Bölgesel Komisyonların gecikmelerinin neredeyse olağan hâle geldiği bir bağlamda, Zimir kararı doğrudan pratik bir değer taşımaktadır. Bu karar, sürelerin uzatılmasının tarafsız bir mesele olmadığını, başvuru sahibini temel güvencelerden mahrum bırakan bir ihlal olduğunu hatırlatmaktadır. Bu içtihadın ulusal prosedürlerde kullanılabilmesi, makamları daha hızlı kararlar almaya teşvik etmek ve uzun yıllar süren haksız gecikmelerin ardından verilen kararlara karşı yapılan itirazlarda savunmaları güçlendirmek açısından belirleyici olabilir. Sonuçta Adalet Divanı, etkililik ilkesine yeniden önem kazandırmakta ve sığınmanın yalnızca maddi bir hak değil, aynı zamanda belirli ve makul sürelerde yürütülmesi gereken bir prosedür olduğunu teyit etmektedir.
✍️ Avv. Fabio Loscerbo
Nessun commento:
Posta un commento